25 Haziran 2017 Pazar

Büyük Krem Kapı

     Beni sorarsanız söyleyeyim, 5.sınıfa kadar herkes ailesinin zoruyla ne kadar kitap okursa işte o kadardı benimde okumalarım.. taa ki 5. sınıfta okul değiştirip , 1 aydan sonra da sınıfımızın yeri değiştirildiğinde, yeni sınıfımın karşısında, ilkokul öğrencilerine göre epey büyükçe bir kütüphaneyle arkadaş oluncaya kadar..

 son iki ders kalmıştı o günün bitmesine, öğretmen derse gelmemişti, yoklamanın da varlamanında pek bi önemi yoktu  diye hatırlıyorum..
Okul değiştirdiğim ilk günlerdi..geldiğim yerdende edinebileceğim arkadaş denilen şeyden yoktu bende, orda da edinmedim pek.. çünkü çok başkaydı dertleri, dertlerine çare düşündükleri dermanları, sohbet konuları , istedikleri ,  istemedikleri... benimseyemedim. Dersin boş olması öğrencilere neler yaptırıyorsa, herkeste bir tutam onlardan yapıyordu.. Kimisi belki de içinde ne pırlantalar, zümrütler barındıran  envayi çeşit kitapların sayfalarını üçlü beşli yırtıp top yapıyor, kapağını kırdıkları çöp kutusunu sportif kişilikleriyle (!) basket potasına çeviriyorlardı..Kimisi belli bir yaşın onda oluşturması gereken olgunluğu barındırmadığını o kadar belli ediyordu ki, etrafına da birilerini toplayıp, zorunlu olarak yapılması gerekli bir şeymiş, olmazsa olmazmış gibi dedikodunun kitabını yazıyordu yazar kimliğiyle..kimisi de sessiz olmayana eksi koyacağım derken anlamadan tüm tahtayı tirelerle dolduruyordu lider kimliğiyle..
en öndeydim, görmek istemiyordum o manzarayı, ne manzaraydı ama.. arkama dönüp baktım ve bi an önce o sınıftan çıkmam gerektiğini hissetmemle kendimi dışarı atmam bir oldu..

uzunca bir koridor..

lavabo olmasına rağmen ihtiyaç karşılamak için dahi olsa girilmeye yanaşılmayacak kadar beter ve fevkalade kötü kokan sıradan bir ilkokul WC'si.. (şükür ki her istediğimde lavobaya gidebilecek kadar yakın olan bir evim vardı.)

ve daha önce farkındalığını yaşamadığım krem renginde, büyükçe bir kapı..

Kilidinin benim şansıma açık olabileceğini hiç düşünmeden açmaya yeltendim, Kilidi benim şansıma açıktı.. hiç beklemediğim bir manzara.. ciddi anlamda büyükçe, sıra sıra dizili bembeyaz kitaplıklar, tavana kadar raflı ve rafları boşluk kalmayacak şekilde tane tane hikaye, roman, dergi ve ciltlerle dolu.. öyle doldu benim içimde işte.. kitap kokusunu bu kadar seveceğimi tahmin etmezdim.. çok sevdim.



senaryonun kızı varmış

gördün mü bak,
bombalar patlıyor..
Ademoğlu da bir dünya, apayrı bir mecra,
onun da içinde ne bombalar patlıyor..
dünyadaki bomba gündemin zirvesi, peki ya dünyayı dünya yapanın içindeki bombalar?


Anafikirsiz konuşma sanatsızlığı

Her konuşmaya başladığınızda, türlü türlü bahanelerle sizi susturan veya dinlemeyi bilmediği için dinlemeyen insanlar olmuştur hayatınızda.

-' ne çok konuştun be!'
-' sen konuşunca başım ağrıyor biliyor musun ?'
-yeter ne uzattın yaa !'

 gibi ifadelerle karşılaşmış olabilirsiniz zaman zaman.

Söyleyeceklerinizin bir anafikri varsa güvenin kendinize,  bir yolunu bulun ve anlatmaktan çekinmeyin. Şimdilerde büyüyen çocuklar,  sırf kendilerini ifade edemedikleri için , birçok sorunla karşılaşıyorlar. Peki daha kendini ifade edemeyen çocuk, bunun içinde oluşturduğu zararları nasıl çözüme ulaştırsın, birde çocuğun derdinden anlamayan bir aile varsa etrafında, o zaman üstün bir zarardayız demektir. Yani çocuk anlatmayı bilmez, fırsatları değerlendiremez, söz hakkı alamaz; etrafındakiler de dinlemeyi bilmez, konuşmaya bayılır ama anafikirsizlikte sınır tanımazsalar sonuç hüsran olur.

Bu zamanın gençleri olarak biz, 10-15 yıl sonrasının yetişkin bireyleri olacağız. Dünyaya yeni bir insan yetiştiren birer ebeveyn belki de.. Biz dinlemeyi bilmeyip, sadece anlatırsak, baş ağrıtırsak, çocuklarımızın gözünde iyi bir anne-baba profili oluşturamayız.

 Konuştuğunda anlattığı şeylerde anafikri olmayanların zannetmiyorum dolu konuştuğunu, yani çok konuşmak fazla kelime kullanma sanatı değil, anafikirsiz konuşma sanatsızlığıdır.
Anafikirli cümlelerle , konularla istediklerimizi rahatça beyan edebilelim, o da bizim sanatımız olsun öyleyse!
İçimizde bir yerlerde adalet, eşitlik, doğruluk gibi kavramların hepsini barındıran bir baş tacı yatıyor ..
Vicdan.

Kimilerinde gerçekten yatıyor aylakça.
Muhasebenin en sağlamı vicanı barındırandır, hakkını vererek yapabilmek ümidiyle..


neden?
bi insan neden böyle hissetsin,
insandan çok bi yavru, bi evlat, neden böyle içine içine ağlasın..

Gülüşen bir anne-baba ve kız..
hasret içim..
yaşayamadım  değil , gerçek olduğuna inanacak kadar doyamadım, tam gerçek diyecekken kaydı o anlar ellerimin arasından, kalbimin yarasından, dışarı...
doyamadım...

13 Haziran 2017 Salı

içime bir yol akıyor
içimde biri var oluyor
içimden bağırıyor sana
içimi bir yudum oluyor sonra
içine işliyor bağırışlar
iç midir bu diye sorma
içeride olan anlıyor


dışımdan içime doğru bir yol akıyor, ilerisi o kadar buruk ki, ilerleyemiyorsun..
sonra içimde biri var oluyor, sana gel diye bağıran, gitmiyor, gidemiyorsun..
bağırışlara aldırıyor musun yoksa? sanma sesler sana..
bir yudumluk içmelere çekme iç
işlemesin içine yüksek tellerin sesi
içtir bu iç! baştaki gibi  hallice buruk, biraz çürük..
içeride ben varım, anlamaktan yoruldum!



öyleyse bana söyleyin, bu da geçer dedikleriniz geçti mi?
benimkiler ısrarla kalıyor..

9 Nisan 2017 Pazar

Uykumu bölüyor bir kaç satır

Kalmak için var mıdır birkaç oturaklı sebep?
Yahut gitmek için durdurak bilmeyen satırarası niyetler..

Gecenin karanlığının aydınlığı yüzüme vuruyor şimdilerde..  'ben neyim?' ya da  'kimim?' sorularının anlamsızlaştığı, sadece 'ben varım!' ikilisinin sonuna kadar gerçekleştiği o yegane anlardan birindeyim.
Uykumu bölüyor birkaç satır, kalk ve bak;
Yaşamış olduğuna,
Yaşayacak olduğuna,
ve yaşadığına...

Ömrünün belki ilk, belki yarı, belki son demlerindesin, Rabb'inde ihya edende  ömrünün sonsuz bilgisi!
Dünya uykusundan, ölüm meleğinin çimdikleyişiyle uyanmadan, yeryüzünde uyanık ve dinç olma zamanın geçmedi mi?

7 Mart 2017 Salı

hani insanları tanıdıkça yalnızlık güzelleşirmiş..
bunu kanıyı, her an doğrulayıcı özelliklere sahip örneklemeler yaşıyorum her gün..
Şu insan habitatları da ilgimi çekmiyor değil.. her ortamı ayrı bir yalnızlık barındırıyor. Zaten yalnızlık dediğimiz şey bir bakıma insanın kendine kalabalıklaşması değil mi?

o habitatlarda kendime ne denli kalabalık olduğumun tartışması hep beynimde..

neden insanları anlamakta  güçlük çekiyoruz ?
bizde insanlar  grubuna dahiliz çünkü. Burada şöyle bir örnek verip açıklayayım:

5.sınftaydım, teneffüste aşırı terlememizi sağlayan oyunlar oynamıştık ve derse birazcık geç kalmıştım, şansıma her zaman geç gelen öğretmenim bu sefer öğretmen zilinin bitmesiyle sınıfta bitivermiş. Girdim sınıfa, oturdum yerime. Israrla geç geldim diye, tahtadaki matematik sorusuna beni kaldırmak istiyor. Bense çok bunalmış olduğumu, kafamı toparlayamadığımı , dolayısıyla kalkmak istemediğimi söyledim. Kalkmam için zorladı, bende kafamı sıranın üzerindeki kollarıma doğru kapattım. Ellerini arkaya bağlamış , sağ arka tarafımdan bana doğru yürüyerek geldi yanımda durdu, saçımdan tutup başımı kaldırıp sertçe sıraya vurdu ve kalk dedi. Tebeşiri elime aldım ve uzaktan bakıp göz ucuyla yapabildiğim o soruya sadece bakıyordum ama hiçbir şey göremiyordum. 1 dk kadar baktım ve elimi hiç oynatamadım bile.. öğretmenim:
- 'bir adım geri gel ve soruya öyle bak, dibine girersen birşeyin, çok derinine inersen hakikati göremezsin.' dedi.

İlk başta anlamadığım için kızdığım o adama şimdi her gördüğümde teşekkür ediyorum.

Velhasıl, insanlardan uzaklaşıp kendinizle kalabalıklaşınca onları daha iyi anlıyorsunuz..
insanları neden anlamaya çalışayım ki? demeyin.
Çünkü insanları anlamak , kendinizi tanımaktır,
Her an, gün geçtikçe kendimizi daha iyi tanıyıp, kendimize karşı özelleştirdiğimiz o iç dünyamızda ,
biraz daha yaşama dair güzellikler keşfedip, daha duyarlı ve anlayışlı , anlaşılır olabilmemiz dileğiyle...

5 Mart 2017 Pazar

Ne kadar da etkileyici bir biçimde anlatıyor Can Yücel, ve tüylerim derime doksan derecelik açı yapıyor;

'Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş, çok acıttığında anladım..'


Bazı insanlar için çok şey olursunuz bazı insanlar için hiçbir şey..birde çok ve hiç arasındaki o ince çizgide bulunmak vardır tabi..

Başkalarının gözündeki konumum nedir diye düşünmek bazen kırıcı hissettirebiliyor, sonra bakıyorum da insanoğlunu ne kadar basit şeyler kırabiliyor, sonra bir tebessüm edip tekrar bakıyorum da aynı zamanda, bir o kadar da küçük şeyler insanın içini mutlu edip, kelebekler uçuşturmaya yetebilecek kadar büyük olabiliyor, güldürüyormuş..

Mutlu edildiğimde anladım..

https://www.youtube.com/watch?v=V29zmDfK1ls

4 Mart 2017 Cumartesi

Başını ağrıt, baş ağırtma!

- Merhaba.
Ben benim.
Şu an kendi içimdeki kendim kişisine karşı içselleşip, konuşmaktayım.

Kendimi özlemişim...

Akıp gidiyor kelimeler, düşünceler, beyin denen haznemden..

-Ne garip şey şu hayat, tam anlamıyla bir 'an' içinde hem güldürüp hem ağlatmayı ustalıkla beceren..

şşşşt, hadi zorlanıyorum deme bana, kendine dürüst ol küçük insan, insan en çok kendini etkiler her hareketiyle, her bir kelamıyla, o yüzden var ya velhasılkalem, sen önce kendini, sonrada güzel isanları güzelce etkile diye..

-Dürüstlükte cesur ol hadi, biliyorsun kimseye ihtiyacın yok, içselleşip sohbet edebildiğin kendinden başka..
Hadi abart biraz dürüstlüğü, biz bizeyiz sonuçta.. söyle bana kendim, sadece bazı anlar , burada tam anlamıyla yalnız olduğunu unutturuyorlar sana değil mi? ve aynı zamanda unuttuğun birşey varsa bu,  o unuttuğun şeyi bir zamanlar hatırında barındırdığını gösteriyor değil mi?
tekrar hatırla.. Yalnızsın, şu koskoca, adını bile içindeki beyinlerden edinmiş cansız dünya küresinde..

ürpermesin tüylerin benim gibi gerçeğin soğuğundan.. a pardon ben sendim doğru, unutmuşum..o zaman şöyle diyelim;

 kendinden kaçma, kendine sığın,

sığınağını açma, kimseye sakın,

sır kaçırma, sızdırma lakin,

umudunu diri tut, gülecek kalbin,

velhasıl er ya da geç erişecek çelişkisiz mecralara ebeden,  ruhun ve aklın!




Anlatamıyorum, anlatamayacağım!

-bombalar başımızdan aşşağı yağmadan, ateş eder gibi konuşmanın gereksizliğini anlamayacaklar!

 umarım  bombalar gecikir..
Umarım ölümden önce ölmüş kadar olunur!




En küçüğünüzden


körpe yaşta derin duygular ağır geliyor bana..

Zorlanmayan şey gelişemezmiş öyle duydum, gelişmeye korkuyorum..

yardım edin diye bağırmak istiyorum bazen..kurtarın beni, ne ölüme hazırım ne yaşamaya  sanki..
ne nefes almaya gücüm var, ne son nefesimi vermeye cürretim, hürriyetim..
herşey yarım gibi, eksik gibi, buruk gibi..

HERŞEY


Kırdın beni hayat, sende kırdın, içindekilerle birlikte hoyratça..
Ama küçüğüm ben,
çok küçük.

Ağlıyorken başparmağının köküyle gözünü oyar gibi gözyaşını silen o küçük çocuk gibi küçüğüm,
Yeni uyandığında ağlayıp annesini arayan ve bulan o bebek kadar küçüğüm.

Ben çok küçüğüm ya, büyüdüm diye sarılmalar bende uzakta olmasın, başımı okşayanlar neden günden güne azaldı ki? Neden kimse beni bağrına basmıyor? Ben neden yalnızım? Neden şu koskoca, kalabalık dünyada bazen buz kadar soğuk, yenidoğan kadar savunmasız, deniz köpüklerince hırçın hissediyorum?
Kırmak istiyorum bu anlamsız zinciri, küçüğüm ben, büyüsemde küçüğüm, yaşım büyümekte olsada ben küçüğüm anne, ben küçüğüm baba, abla ben küçüğüm, nolur duyun beni..
ben büyümedim, hala küçüğüm ben,
çok küçük.


Yalnız Çivi

Çivinin çiviyi söküşü gibi içimdeki çöküş.. 

Çivinin çiviye olan davranışı, bir devinim..
Çivi kendine benzer olanı söke söke tek kaldı, o son çiviyi sökecek başka bir çiviye gerek var ama çivi yalnız kaldı..

Zavallı çivi,seni de benim gibi yerinden sökecek olan yok,
sende benim gibi istemediğin seçemediğin yerlere çakılı kalmışsın..

yalnızlığın kıt, kalabalığın bol olsun yalnız çivi, dikkat et kendine, paslanma, iki yakayı birbirine kavuşturacaksın diye işe yaramaz bir demir parçası olmayıver!



Gamzeli


onun bir gamzesi var yüzüne yakıştırmaya doyamadığım.. 

İnsan sevdiklerini anlatmalı bence, yazmalı yada da konuşmalı, ama anlatmalı..

  Dikkat edince cümlenin başında sevdiklerini demişim..ben onu seviyorum ve bu yüzden anlatıyorum işte. ona söylemeyip söylemek istediğim o kadar çok şey var ki, normalde düzeltmeye pek gerek duymadığım kelimelerin her birinde bir yanlışlık yazıp silip yazıyor ve tekrar düzeltiyorum...çünkü sana çok şey söylemek istiyorum abla. Sen küçük kardeşini dinlemedin, biliyorum başın ağrıyor diye dinlemedin ama dinlemedin işte.. ahh ah yazınca ne kadar da depreşiyor, taşıyor, düşüyor uçurumdan sonu olmayan enginlere kelimelerim ..

İçimizde buzul bir  kış var birbirimize, yazları yakmışız, baharları uçurmuşuz kelebekleriyle birlikte..Ne kadar da pişmanlık ve keşke dolu bi gelecek bekliyor seni abla ah bir bilsen..kardeşin için diyorum.. bi yakalasan senin bana bakmadığın anı yakalayıp , açıları bize ayarlayıp, saati kandırarak durdurup sana baktığım anları..bi ritim tutmuş için gidiyor dikine, ritimsiz ritim.. bi dur be abla, biraz nefes al..Hiç sevmiyorsun beni biliyorum.. ben ikinci sınıftayken bana gelip 'ben sınıfımdaki şu kişiyi seviyorum, babama da söyliycem ama sen bişey deme ' demiştin, daha çok küçüktük, bende sana bakıp ' abla, sen kendini yorma, yorulma ben babama derim ' demiştim ve gidip babama söylemiştim. O gün bana çok kötü bakmıştın, korkmuştum..o günden beri  bana güzel bakmadın hiç abla..bak ağlıyorum görmesende hiç.. gülüyorum yüzüne , seni takmıyor gibi yapıyorum.. ama kirpiler sarılamıyor ya birbirine , hani kanser hücreleri kansersiz olan hücreleri de yiyip öldürüyor ya.. sana söz abla, sana göre ben seni mahvetmişim ama yinede söz, ben sana yaklaşmiycam sana zarar vermemek için, sana her baktığımda geleceği görüyorum, sadece birbirimize deli gibi ihtiyaç duyacağımız o anları. Değer bilmek istiyorum ama kardeşinin elinden tutmazsan yapamazki o.. .
ne olur bıraksan o nefretini ,çöz kinini, at öfkeni bir kenara.. Ne olur bak görmedin mi, kendinden çok başkalarını sevince ne oluyor.. kendini çok sev ablam.. senin en güzel kimliğin bende abla değil, özlenilen..

ha bide, sahi biz en son ne zaman buz soğuktan eve girip sobanın arkasına geçtiğimizdeki o sıcaklık cinsinden hissettiren bir sarılma yaşadık?

UNUTTUM


Kalabalıklar içinde kalasız balık

 Bu kadar ses,gürültü kargaşa,neredeyse toz duman...Bir baş ağrım var benden içeri, üzerinize afiyet her gün artmakta..Duyan, gören:
- ' Bu yaşta nedir çektiğin be kızım! ' diyor..
Ne bileyim bende anlamıyorum ki.. üstüne gitmesem bir dert, gitsem bin..
 Sıkılıyorum bu doludizgin olmayan, avamlıkta bir numara ,gelişi pekte güzel olmayan, doğru ve güzel işlerin yapılmamasında ısrarcı davranan davranış sahiplerinin oluşturduğu şu banel ortamdan..
Tahmini olarak binden fazla  'sessiz olun da ders çalışın, çalışmıyorsanız da çalışan arkadaşlarımızı rahatsız etmeyin bari!' denilmesine rağmen, keçi inatlarıyla konuşmaya (!) , -gevezelemek daha uygun düşer sanıyorum- devam eden kendimi içinden dışarı tuttuğum şu sınıf yoruyor beni..
 Bana sadece zararları var. Hiçbir fayda göremiyorum, kopya çeken bir öğenci olsam gam yemeyeceğim :). Fakat bizim öğretmenlerimize göre 4 yılımız birlikte geçmiş te, çok şey paylaşmışız da , lise arkadaşlıkları başkadır da, falanda filan... Bana bunlar çok kurgu geliyor, duyup geçiyorum...

 Yıllardır oturduğum şu sırayı hiçbirine değişmem..başım ağırdı ona dayadım.. Hoyratlıklarına karşı sabredemeyip ağladığım her an gözyaşlarımı akıttım buraya ben..yazdığım her harfin bir nüshası buraya ekili..

Yine başlasam şu okula, yine aynı ben olurdum..Yine bu sıraya müptela olur, ona sığınırdım.

  Şimdi karşımdaki 29 ayrı ademoğluna bakıp, konuştuklarını duyuyorum..şaşırmamalı aslında , her öğrenci asar birşeyleri, ama zamanında olmalı herşey.. Öğretmen sınava çalışmak için bırakmış, senin yaptığına bak ayıp be kardeşim! bir tarafta bir grup toplanır , grubun çok konuşanı 'Sinemaya gidelim, biriniz telefonundan baksın hadi .'  der, öbür tarafta birbirlerine fanatik erkek grubu 'araba modelleri ve fiyatları' ilişkisini çözümlemeye çalışır.. daha gerekli bir konu bulunamamış belli ki! Biri birine sınıfın bir köşesinden diğer köşesindeki kankisine bağırıyor , 'salak niye ayaktasın?'.. diyeceğim gözleri kör kendisinin ayakta olduğunu göremiyor  o da yok...Sonra kendime dönüp diyorum ki:
-'bu kadar gereksiz olma, bu kadar basit biri olup çıkma, çok var onlardan, yazık etme kendine..!'

Hıı bu arada ,hoca dersin başında geldi, sınıfımızın bir kaç lider vasıflı insancığı, 'hocam sınavımız var ders çalışabilir miyiz?, konu işlemesek olur mu? ' dedi , hocamızda sağolsun kabul etti , olacakları bilemeden.. ve şu kapıdan çıkarken ne kadarda güzel bir cümle döküldü hocanın dudaklarından:
- 'siz sesli olup birbirinizi rahatsız etmezsiniz, size güveniyorum hadi bakalım, iyi çalışmalar.'..

  Öğretmen masasında yazdığım şu satırları sürdürürken, arkadaşlar demeye bin şahit lazım olan şu topluluğun,öğretmenimizin beş dakika önce söylemiş olduğu güven kokan o bir kaç cümleyi nasıl uyguladıklarını hayranlıkla izliyorum vallahi..
Sanırım bizimkiler sadece cümlenin ,'siz sesli olup..' kısmını duydular.


Hocam iyi haber:
- 'Sınıftaki bir öğrenciye lafınız geçti...'


Tek Kişilik Mutluluk


Bu hayatta en çok anneme üzülüyorum , en çok ona , yaşıyor olduklarına ve yaşayacaklarına sızlıyor içim.. ah anne biraz da bana hissettirsen, belli etsen beni ne kadar sevdiğini , başka çocuklara yaptığın gibi.. belki o zaman benim seni bu fırtınalardan kurtarmak için içimden gelip yapamadıklarıma bir kıvılcım olursun, gerçekte yapmayı istediğim şeylere bir umut belki.. ama sen böyle susunca bende hayata gülemiyorum anne..  ne yapsam  memnun edemiyorum seni çünkü tek kişilik mutluluk olmuyor dimi anne? Sadece ben seni mutlu  etsem yetmez ki.. o yüzden boşuna kulaç atıyorum ben annem, ayak bileklerime bağlamışlar en ağır yükü , suyun gücü yok bedenimi yukarda tutmaya , yetmiyor , yetemiyor.. su bana , beni kurtarmaya , ben sana .. yetilmiyor işte.. kimse kimseye yetermiyor bu evde, çok şey de yapılsa , az şeyde..

   Senin için üzülüyorum anne, en çok senin için , bi kere elinin içindeki o mis kokan avcunu koysan kalbime duyarsın, belki yumuşarsın biraz..


Bizim için dua ediyorum anne, hep iyi kal olur mu? Şikayetlerin en bolunu yaptığın kızın bir gün gidecek olsa bile.. iyi ol..





Staj günlüğü


  Saat tam 11.00 ve poliklinikteyim. Doktor ameliyata gitti. Eee bizim sekreter durur mu , o da firarların en cazibeli olanından davrandı hemen.Tek başımayım. Stajyer kimliğimle sıradan öğrenci üslubu takınarak, sıradışı  görünmekten kaçınarak zamanımı değerlendirmeye ve verimli olmaya çalışıyorum, bu kasvetli ve maaşını hakederek kazanmadığını düşündüğüm insanların oluşturduğu hastane ortamında. Ayrıca hastane aracılığıyla devletin imkanları  tarafından önüme konulan bu idare eder  konumundaki masaüstü harikuladesinde geleceğe dair kazanım ve deneyim olması amacıyla yazan, bir gün yazdıkları daha çok  beğenilecek olan, zevkle okunup anlaşılan ve insanlara çıkarsız faydalı olmayı amaçlayan bir yazar adayına haberleri olmadan el ayak oldukları için kendilerine teşşekkürlerimi sunuyorum tabi.

      Konuya gelecek olursak ki konuyu anlatmak için yazıyorum bu yayını ,bir deyim üzerinden gideceğim.17 yaşında bir kız evladı  olarak ben,  hani onların -büyüklerimin-  sürekli beynimi meşgul ettikleri şu  'boyundan büyük işlere karışma !' tabirleriyle tam olarak neyi amaçladıklarını kestiremiyorum. Beni rahatlatan şey ise kestirememekte haklı oluşum çünkü yakın zamanda onların bu tür suçlayıcı ve yargılayıcı ifadeler kullanmalarının bir sebebi var olduğunu öğrendim: geçmişleri.

   Onlar zamanlarının gerektirdiği davranış veya uygulamaları geçmişlerinin penceresinden, sınırlarından çerçeveleyerek geleceğe aktarıyorlar. Oysaki birçoğusu bilmiyor , karşındakini yargıladığın an 1-0 yenik başlıyorsun onunla olan iletişimine. Yok, sen 1-0 da  başlasan  '  karşımdaki her koşulda öne geçmeyi amaçlamayarak  dengede kalmayı sağlayan,iletişimde benim  açığımı kapatacak kadar  usta biri ' diyorsan , (öyle biri bulursan hemencecik beni arıyorsun sevgili okur, ki bende   Guinness'e  girebilmesi için sürdüreceğiniz çalışmaları yakından izlemekten zevk alırım.) o kişi bir tebriği , sende kendi kendine bir utanma merasimini haketmiş olursun. Çünkü iletişimde biz bize düşeni yapmazsak , karşımızdakine hem bizim yapmamız gerekenleri yükleyip , hem de kendi sorumluluklarını yerine getirmesini bekleyip, birde üstüne  bunların hepsinin yanında yaptığını da eksiksiz yapmasını istiyoruz. Çok hazırcıyız çook. En sevdiğimiz felsefe ' Armut piş, ağzıma düş .', en hoşlandığımız şey  oturup başkalarının hayatını çekiştirmek , bide ' hayıığrr ben asla dedikodu yapmam!'  demiyormusunuz bayılıyorum inandırıcılık performansınıza.. Ah şu toplumumuzun kadınlarının büyük çoğunluğu.. genellikle kadın kısmı bu boş hobileri edinip, duruma göre üzerine yeni şeyler ekleyerek modaymış gibi her sene ısrarla gündemde bulunduruyorlar ve bu yaptıkları onların tekdüze hayatında bir renk oluyormuş diye duyumlar aldım.. acı..

     Yani demem o ki, amaçsız, ' hele bi yarın olsun, zamanı gelsin bakarız' diyip geçiştirilen türlü türlü işlerin biriktiği, onu bunu üfü büfü yargılayıp sorgulamaktan, kendi benliğimizi unutarak, bunların sonucunda 'keşke' lafını çokça kullanacağımızı tahmin edemeyişlerimiz bizi tüketmekte günden güne.

Tükenmeyelim, tüketmiyorlar mı bizi zaten oldukça üretici konumda olduğunu zanneden parazitler ?



Sarp


Acaba hayatımızdaki  sarp yokuşlar, hayatımızda ne kadar büyük bir yer kaplıyor veya zorlukların hayatımızda büyük bir yeri olması gerekiyor mu?

   bence buradaki en önemli soru , zorluğun önemli olup olmayışıdır. Her zaman olduğu gibi örnekler vererek anlatımıma açıklık getirmeyi sevdiğimden yine bir örnekle açıklamak istiyorum.
Bir babam var, şükürler olsun ki hayatta , ve onun var olması demek benim hala çocuk olmam demek.. öldüğü gün ise büyüdüğüm gün... bilirsiniz , babalar dağ gibidir, dayanak veya bir sığınak gibi , zor zamanların, fırtınalı rüzgarların, kırılgan anların güçlü ve dayanıklı durağı..

   peki babaların, ülkemizdeki verilere göre babalara sığınan çocuklardan daha önce öldüğünü , yani sığınanların, babalarının ölümlerini görmeleri, dağlarını toprağa gömmeleri... yani baba diyor ki, '' yavrum ben gidiyorum, artık bir çok şeyi sen yükleneceksin sırtına, artık ben yokum, kendi kendine yetmeyi öğren, sığınanlardan olma artık, ben yokum, sığınma... ''



  Yani bu zorluk önemli bir olay olacaktır hayatımızda ve belkide, böyle bir ölümü tattıktan sonrası ve tatmadan öncesi diye ikiye ayrılacak..burada  babalarını sevmeyenleri gözardı etmeyecek olursak evet tam tersi de olabilir yani belkide babanız sizi istediğiniz gibi bir baba değildir  fakat birçoğunun istediği gibi bir babadır..  sonuçta baba değil mi? Cinsiyetini bile ondan almadın mı? kızdı, bağırdı esti, gürledi ama bir 'canım kızım !' diyip başını okşamasıyla zamanında sudan geri çektiğin  yelkenlerini bir bir suya indirmedin mi? hem de hiç düşünmeden...

Uzun lafların kısalarından bir demet olsun bu da.. Baba nezdinde anlattım bunları , kızım sana söylüyorum gelinim sen anla hesabı.. Velhasıl baba bu gitti mi gitti, arkasında koca bir sarp yokuş bırakır da gider hemde. İşin en acılı kısmı da,  gidince sarp yokuşlar kalıyor ya bize ,o yokuşu tırmanıyorken ' dağın ucunda babam beni bekliyor ' edasıyla güçlenip çıkıyorsun , bir ' hhuuhhh' yapıp tepeye son adımını attığında orada her şey oluyor ama baban olmuyor ya ...

 güzelliklerle , sevginin değerini bileceğiniz günlerle kalın ..



Karmakarışık



       Kendi amaç ve isteklerimiz doğrultusunda bilinçli olarak birşeyleri arzular ve ararız, Kimi zaman aradığımızı buluruz kimi zaman bulamayız.. peki hiç odaklandık mı bulmak istediklerimize ulaşacağımızı zannettiğimiz o yolda , bulmayı amaçlamadığımız ama bulduğumuz başka şeylere mesela?

 Karmakarışık şeyleri oldumolası sevmişimdir.

Detaylar herzaman ilgimi çekmiştir.

     Gidipte bir insan beynini incelemek yerine parmak izini , genlerin yapısını incelemek beni daha çok tatmin eder, ve biliyorum ki ben bensem , bir bütünün parçalarının en ince ayrıntılarını incelerken , o parçaların bütünü ne kadar muntazam şekilde oluşturduğunu gördükçe, küçük şeylerin bir araya gelip şahane şeyler ortaya çıkarmasındaki tek güce hayran olacağım günden güne..

ve bü dünyadaki en karmakarışık şeyi sorarsanız bence, şüphesiz o;

kalptir...



koca bir ders



  ''- Şimdi anlıyorum ki her ne kadar insanların hayatta kalmalarının sebebi kendi çabalarıymış gibi gözükse de hakikatte onları yaşatan sadece sevgidir. Kim yüreğinde sevgi taşırsa, o sevgi Tanrı'dandır ve Tanrı o kişinin yüreğindedir, çünkü varlığın sebebi sevgidir.''

Tolstoy bize hayatı özetlemiş resmen.. işte hayat demiş .. al bak hayat..

nasıl ki ; doğada büyüyen, insan eli yüzü değmemiş, ücra memleketlerdeki bitkiler, muazzam güzellikleriyle açılıp saçıldığı halde, bakıp büyüteceğiz diye alınan minicik fidanı açmadan solduran evler varsa...

o ücra köşelerdeki bitkilerin açabiliyor, yeşerebiliyor olmasının tek sebebidir yaradanın severek doğayı işlemesi, fakat aciz bir kul sevgi vermediği çiçekten bile medet umamazken , hayatının merkezine sevgiyi yerleştirmemiş bir varlık olarak yaşamaya devam mı edeceğiz?
zaman akış halinde , düşünelim öyle ise...



                                 güzel kardelen, başı öne eğik masum kardelen..



ve bir kardelen daha büker boynunu bu akşamdan sonra..dakikaların , saniyelerin zerre öneminin olmadığı anlar vardır hani, şöyle somut olan şeylerin literatürden kalktığı,sadece havanın olduğu uçsuz bir boşlukta, boşluktan daha boşlukta.. 
kızaran bir kalp vardır ortada
savunmasız,
ufak şeylere mutlu olan,
ufuksuzlara adanmış,
sınırsızlara meraklı bir kalp bu..
''can yanarda böyle mi yanar be kardeşim, bu kadar mı göğüs kafesini zorlar darlatır'' ..
işte o anlarda insanın tavrı ölçüsünde gelişir ve değişir herşey,  ne verirsen onu alırsın bi nevi..
insan ne ile yaşar sorusuna bir cevap ararım mesela çoğu kez, beni bana kırdıran da  bu soruya bi cevap veremememdir..
kendinize sorduğunuz sorulara düşünmeden,boğazınızda bişeyleri düğümlemeden cevap verebilmeniz dileğiyle...




Ah  bu samyelleri.. bazılarımızın içinde ne fırtınalar kopar, kurulan hayaller, istekler, istenilmeyenler , o fırıtınayla birlikte kendilerini bir kaosun tam ortasında buluverirler.. Hani birşeyler olur bazen, o sıcacık samyelleri havasında birşeyler,  içimizeki kaosların yerini tatlı bir sıcaklığa bırakan, hani içimizdeki fırtınalara ilaç olmasını istediğimiz o şeyler.. işte ben o yarabandına benzer şeylerden istiyorum bir tutam,  yeni doğmuş bebeğin yüzündeki umuda benzeyen tebessümlerden saçtıran, yanan sobanın hatrına üzerine koyulan bir demlik çayı yaşatan.. bişeyler istiyorum hayatıma, gelip de gitmeyecek olan,  adeta ' kovsanda gitmem, huzurlu olabilmenin, onu tatmanın hatrına geldim, seni sana yaşatmadan, içinin mutlu oluşunu görmeden gitmem'' dercesine gelse..bişeyler gelse işte artık çünkü bak kendine, minimum 15 seneyi devirdin, dön bi bak geriye, ne kaldı sana senden başka? belki seni bile sana bırakmadı çıkarcılar, seni bile sana bırakmadı belkide hayat bi düşün.. yılların geçti mi, kayboldu mu? senin zamanın geçmişse, üstüne düşeni yapmıştır, ama gözlerini maziye çevirip bir baktığında yıllarının kaybolduğunu düşünüyorsan, sana bır sır vereyim mi ? demekki sen zamanın canını sıktın, kim dayanır derdi olan adama? kim son nefesine kadar dibinden ayrılmaz? sonunda başardın işte zamanda seni yordu sen de zamanı..sonunda kaçtı bak gitti , geri gelmem diyor kaçtı kayboldu zamanın, artık geri alamayacaksın.. hadi ertelediğin, seni geçen zamanla birlikte boşluğa sürükleyenlerden vazgeçte işine bak artık, samyellerinin samimiyetini hisset en kılcal damarlarında,koy bi çay ve değerini bil zamanın.. bak geçiyor sen nefes aldıkça zaman durmadan, an be an geçiyor, el salla ona küçük insan!